27 Temmuz 2010 Salı

New York Yazıları - II

Bu yazıyı okumadan önce "New York Yazıları I" i okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Bir önceki yazımda Proenza Schouler'dan bahsetmiştim. Şimdi de Halston Heritage'tan bahsetmek zamanı geldi. Bu markayı bir film meşhur etti dersem abartmış olmam diye düşünüyorum. Sex and the City 2 filmini herhalde seyretmeyen kalmadı. Efendim filmde Sarah Jessica Parker aynı markadan 3 elbise giyiyor. Aşağıdaki fotoları görünce hemen hatırlayacaksınız. Elbiseler hoş ancak benim NY’da olduğum haftalarda hiçbir yerlerde yoktu. Sadece bir iki mağaza online satıyordu. Hala da öyle. Bergdorf Goodman ve Saks’ta online satış var. Ama her ülkeye satış olmayabiliyor. Kontrol etmeniz lazım. En güzeli Amerika’da arkadaşınız varsa onun evine yollayıp, tatilde Türkiye’ye getirmesini sağlamak ki ben aşağıda gördüğünüz mavi elbise için aynısını yaptım. Halston da bir Amerikan markası.



Bianca Jagger ve Anjelica Houston’un tarzlarından esinlenerek yaptıkları koleksiyonları büyük beğeni kazandı. Bu elbiseleri “timeless” yani “zamansız” olarak tarif ediliyor ki bence doğruluk payı var. Hafif ve feminen. Giydiğinizde, teninize dokunduğunda prenses hissi veren elbiseler. Giydiğinizde vücuda prenses hissi veren elbiseler çok önemli. Aslında dikkat edin, genellikle öyle elbiselerle kendinizi daha rahat, güzel ve kadın hissediyorsunuz. Stella Mc Cartney ve Diane von Fürstenberg’in elbiseleri de benzer hisleri yaratırlar. Ben kıyafet alırken kumaşına çok dikkat ederim. Tişört bile alırken böyle yumuşacık, dökümlü olması önemli. Tenimiz en iyi kumaşları haketmiyor mu sizce. Saçınıza en iyi şampuanı, cildinize en iyi kremi sürüyorsunuz. O zaman teninize değenin de en iyi hissi veren kumaş olması gerekmez mi?

Bu hissiyatı veren bir minik marka daha söyleyeceğim size. Young, Fabulous and Broke. Saks Fifth Avenue’da rastladım ama online satışta da bulabilirsiniz. Kumaşlara dokunduğunuz ya da giydiğiniz anda zaten alasınız geliyor. Bu kadar hafif, bu kadar yumuşak bir pamuklu kumaş çok nadir gördüm. Bu anlamda online satışta bu hissi kaçırabilirsiniz. www.yfbclothing.com. ve www.revolveclothing.com’a göz atabilirsiniz. Batik sevenler için de iyi bir marka. Bol bol batik temalı hırkaları, elbiseleri var. Ama ben yine kumaşı diyorum. Bir harika.



Amerika'ya gidecekler için de bir adet ucuz kaçış noktası önermek isterim. Ann Taylor Loft. Sanırım hayatımda en rahat ettiğim kotumu oradan ve 30 dolara almış olabilirim. 10 dolara harika atletler, üzerinde değişik detaylar olan yine atlet ve kolsuz bluzlar var yaz için. Herbirinin fiyatı 30 doları geçmiyor. Hele ben gittiğimde indirim vardı. Dünya kadar tişört aldım ve çok komik bir para ödeyip çıktım. Üstelik üzerindeki boncuk, fırfır gibi detayları ters çıkarıp yıkadığınızda asla bozulmuyor.

Bir çok sevdiğim markayı da anmadan geçemeyeceğim. Anthropologie. Buraları bilenlerin mutlaka bildiği bir markadır. Enteresan bir dükkan. İçinde yatak çarşafı da var, hırka da, abajur da var, trençkotta. Benim ne kadar trençkot meraklısı olduğunu arkadaşlarımdan bilmeyen kalmadı sanırım. Yine kısa bir trançkot kaptım oradan. Bakınız fotoya. Tam görülmemekle birlikte yakasında çok özel bir işleme var.


Hangi fotoyu koyacağımı şaşırdım dükkandan. Siz ilgilenirseniz lütfen siteyi inceleyin. Kendinizden geçeceksiniz detaylara. Eğer siz de benim gibi kıyafetin üzerindeki ince(!) detaylara meraklıysanız Anthropologie tam size göre. Dikkarinizi çekerim, ince detay dedim. Bağıran detay demedim. Öyle bir ince detaydır ki o, ancak giyince, ya da yakından incelediğinizde anlarsınız. Ya da uzaktan bakarsınız, “bu kıyafet ne kadar güzel duruyor, allah allah, bir numara da yok aslında” diye düşünürsünüz. Sonra anlarsınız ki o numara kesimindedir mesela ya da bir yerinde farketdilmeyecek kadar ufak bir hoşluk vardır. İşte öyle bir şey.

17 Temmuz 2010 Cumartesi





New York Yazıları - I




Geçen hafta New York’taydım. Dünyada en çok sevdiğim şehir. Yakın arkadaşım Ayça’da kalmaya gittim. Ayça’nın kocası Rauf da İstanbul’a benim kocamın yanına geldi. Bir nevi değiş tokuş yaptık diyebiliriz. Birbirlerini özleyen dostların buluşması. Ayça çalıştığı için hafta içi tek başımaydım. Neler yapmadım ki? Sizlere bol bol new york izlenimleri getirdim.

İşe ilk ojelerle başlamam lazım lakin sanırım bütün New York bir oje çılgınlığına kapılmış durumda. Hani bir de tırmakların üzerine yapılan çiçekler, böcekler var ki; ben hiç sevemedim o işleri; NY’da çok ama çok gözde. En bir moda olan renk açık mavi. Hani bildiğiniz gökyüzü rengi badana mavisi. Sephora’larda bulmak ne mümkün. Ne OPI’de ne de başka markalarda bulmak imkansız. Bir başka tükenen renk ise tuhaf pardesü rengi bir renk. Hani sütlü kahve gibi. OPI ojelerde renklerin rakamlı kodları yoktur, onun yerine her bir renge isim vermişlerdir. Bu sütlü kahve tonun adı: Queen of eveything. Bir de benim aldığım daha ten rengi bir oje vardı ki onun adı daha tuhaf: Nofat soy half caff. Neyse efendim bendeniz bu açık mavi rengi hiçbir şeyden geri kalmamak adına tabii ki denedim. Sonuç negatif. Sakın girişmeyin. Hele mat tonlarına. Bu arada özellikle bir mavi, mor, lacivert tonları durumu var New York’ta. Ya da en masumundan çingene pembesi ya da turuncu. Kırmızı kimsede görmedim. Bir itirafta bulunmak gerekirse kendime bir de metalik mavi-yeşil karışımı oje aldım. Yine OPI’den. Bunun da renk kodunu söylemem lazım size: Skinny jeans. Henüz kendime sürmek nasip olmadı. Kızım sürdü. Artık tatile nasip diyelim. Lakin ofiste mavi-yeşil bir ojeyle dolaşmak kariyere neler yapabilir bilinmez. Siz siz olun, ofiste nötr renklerden şaşmayın derim. Ojelere son noktayı yine Chanel koymuş. 2010 sonbahar makyaj koleksiyonu benim orada olduğum hafta çıktı. Tonun adı Paradoxal. Fotoğraftaki ton. Yalnız elinizi çabuk tutmanız lazım. Lakin kendisi limited edition. Yani sezon bitti mi bulmanız çok zor. Ve yine bir dörtlü göz farı var ki inanılmaz bir renk kombinasyonu. En azından bir denemenizi öneririm. Les 4 ombres’in Enigma renk tonu. Ben aldım valla. Onu da mutlaka ve mutlaka mürdüm tonlarında kalem ve rimelle kombinlemeyi deneyin. Bir yerde görürseniz mızmızlanmayıp hemen alın. Sonra üzülürsünüz.


Harika bir sonbahar rengi. Ben dayanamadım şimdiden sürdüm. Özellikle ayaklarda çok güzel duruyor. Bir de güneş ışığında. Chanel ojelerin özelliği içinde sarı yansımalar olduğu için hem diğer ojelerden parlak durur hem de güneşte çok hoş renk alır. Tavsiye ediyorum.

Proenza Schouler :

Proenza Schouler ‘ı Türkiye’de fazla kişi bilmiyor. Burada mağazaları yok ve belki çok sınırlı bir koleksiyonu varsa Harvey Nichols’da vardır ama ben görmedim. Amerikalı bir marka. Lazaro Hernandez ve Jack McCollough tarafından 2002’de kurulmuş. İkili Parson’s School of Design’da okurken tanışmışlar. Michael Kors ve Marc Jacobs’ın yanında staj yapmışlar. Allah herkese öyle stajlar nasip etse. Neyse efendim 2004’te yeni yeteneklere verilen Vogue Fashion Award’u kazanıyorlar ve bunula birlikte 200.000 dolar para ve en önemlisi Burberry’nin CEO’su Rose Marie Bravo’dan da mentorluk hak ediyorlar. Ondan sonrasını kısaca yürü ya kulum diye özetleyebiliriz. Amerika’da Bergdorf Goodman, Saks Fifth Avenue ve Barnies’de bunun yanı sıra Soho’da bir iki küçük butikte koleksiyonları bulmak mümkün.

Twilight’ın yıldızı Kristen Stewart’ın bir galada giydiği kıyafeti hatırlayanlarınız olabilir. Fotoğrafta gördüğünüz Ayça’nın deyimiyle “Maldiv balığı” görüntüsü Proenza’nın 2010 bahar koleksiyonunda sıkça kullanılmış. Eteklerde, elbiselerde, tişörtlerde ve trikolarda. Ancak kendilerine rastlamak pek mümkün olmadı. NY’a vardığımda yaptığım ilk iş google’a Proenza yazıp adresini aramak oldu. Soho civarlarında bir adres buldum. O sabah da ne tesadüftür ki Balthazar’a kahvaltıya gidiyordum. Harika ve keyifli bir kahvaltı sonrası misyonumu gerçekleştirmek üzere yola çıktım. Bu arada NY’a gidecekler varsa Balthazar’ı kahvaltı için öneririm. Gerçi ilk öneren de ben değilimdir muhtemelen. Her giden orayı önerir. Ancak kahvaltısı oradan çok daha iyi bir yer keşfettim bu sefer. Bistro Bagatelle. Meatpacking District’te. Fransız mutfağı. Bence oraya da gidin. Özellikle özenle seçilmiş Fransız aksanlı garsonlarını da görmek isterseniz. :)


Konuyu dağıtmadan Proenza’ya geri dönelim. Verilen adreste soluğu aldım ve fakat bu adres bir mağazaya ait değildi. Bir apartmandı. Ve gerçekten de zillerden birinin üzerinde Proenza yazıyordu. Hayırdır inşallah diyerek zile bastım. Eskiden Nişantaşı’ndaki DKNY’ın karşısındaki apartmanın içinde de bir katı vardı ya, belki öyle bir yerdir dedim. Asansörle yukarıya çıktım. Asansörün kapısı açıldığında kendimi Proenza Schouler’ın ofisinde buldum. Rüya gibi. Sekreter kız “yardımcı olabilir miyim” diye sorduğunda ben de saf saf google’ladığımı ve adresin burası çıktığını söyledim. Tahmin edebileceğiniz gibi adres yanlışmış. Orası kendilerinin ofisleri ve koleksiyonlarını tanıttıkları atölyeleriymiş. İçerisi inanılmaz güzeldi. Binlerde askı, üzerlerince binlerce Proenza tasarımı oradan bana bakıyordu ve ben onların yanına gidemiyordum. Hani "Şeytan Marka Giyer" filminde Meryl Streep bir sahnede ünlü bir tasarımcının atölyesine yeni koleksiyonu görmeye gider ya; işte öyle bir yer. Bu arada filmde Streep’in canlandırdığı karakterin gerçekte Anna Wintour olduğu söyleniyor. Yani Amerika Vogue’un meşhur Chief Editörü. Kendisine Nuclear Wintor da deniliyormuş. Bizim Proenza’nın ortaklarından Lazaro, 21 yaşındayken Anna Wintoru’la aynı uçağa binmiş. Yanında da annesi varmış. Annesine “Anne inanamıyorum, Anna Wintour’la aynı uçaktayız” demiş. Annesi de doğal olarak o taraklarda hiç bezi olmayan bir kadıncağız olarak “O da kim demiş” “Ne heyecanlanıyorsun. Sadece bir insan. Git konuş ne konuşacaksan” demiş. Ama bizimki konuşamamış tabii ki ama bir peçeteye kendisinin modaya olan aşkından ve kendisine olan hayranlığından bahseden bir şeyler yazmış ve hostesle yollamış. İki hafta sonra Michael Kors’tan bir telefon almış. “Anna Wintour burada çalışmaya uygun olabileceğinizi düşünüyor” diye. Böylelikle staja başlamış. Neyse ofislerine dönecek olursak kendimi yerlere atıp ağlayasım geldi içeriye alsınlar diye ama kızcağız bana koleksiyonun satıldığı mağazaların adreslerini vererek beni kibarca kapı dışarı etti. Çok güzel bir 10 dakikaydı. Kapı dışarı çıkınca koleksiyonun satıldığı her neresi varsa santim santim dolaştım ama meğersem bizim maldiv balığı tişört, bluz ve her ne kadar türevi varsa sezonun başında çıkar çıkmaz satılmış ve bitmiş. Velhasılı kelam Proenza’dan hiç bir şey alamadan geldim. Darısı bir sonraki tatile inşallah.