15 Mayıs 2012 Salı

Turk hamami gibisi var mi?


Kizimin okul tatili dolayisiyla solugu Istanbul’da aldik. Iyi ki aldik. 28 derece sicaklik ve gunes, super puslu ve yagmurlu Hollanda havasindan sonra ilac gibi geldi. Malum biz Hollanda’da halen bot ve yagmurluk giyiyoruz.


Istanbul bana gore dunyanin en guzel sehri. Buyuk metropollerin hemen hepsini gormus birisi olarak buna kanaat getirdim. Bir cok sebebi var. Iklimi, konumu, hem modern hem de tarihi bir dokusu olmasi, 7/24 herseye ulasiminizin olmasi gibi bir cok sebep sayabiliriz. 7/24 herseye ulasim deyip gecmeyin. Cok onemli bir konu. Misal, kuafor: Istanbul’da dus alip evden ciktiginizda her yone en fazla 10 adim uzaklikta hemen fon cekmeye hazir bir kuafor vardir. Randevuya falan gerek yoktur. Bu bir nimettir. Yurtdisi maalesef oyle degil. Birincisi fon cekme diye bir konseptten haberdar degiller. Blow dry diye bir uygulama var ki, bildiginiz kurutma makinesiyle saci kuruturken, fon fircasiyla da yalandan saci hale yola sokuyorlar. Bizim en kiytirik kuafor bile daha iyisini yapabiliyor. Manikur ve pedikur daha beter. Bir kere Hollanda’da tirmak eti kesme yok. Tirmak etlerini iteleme var. Eli suda bekletip, etleri iteleyip, oje suruyorlar ve yallah. Isiniz bitti. Genel uygulama bu. Belki de iyi bir uygulama ancak biz kenar etlerini aldirmaya alismis Turk kizlarina uygun bir uygulama degil maalesef. Bir de protez tirnak durumlari var. Ozellikle Ingiltere ve Hollanda’da. Uzun uzun, Bulent Ersoyvari protez tirmaklari cok seviyorlar. O tirnaklarla nasil spor yapilir, nasil salatalik soyulur, nasil banyo yapilir, bilen beri gelsin. Ama cok seviyorlar. Renk renk, boy, boy protez tirmak pek moda.

Donelim tekrar guzel Istanbul’umuza. Istanbul’un en sevdigim yeri tarihi yarimada. Ve en sevdigim rotasi da soyle: Sabah vapurla Karakoy. Namli’da kahvalti yapilir. Oradan yuruyerek Kapalicarsi’ya gecilir. Luzumsuz seyler alindiktan sonra Fes Kafe’de turk kahvesi molasi verilir. Daha sonra Ayasofya ve Topkapi olagan ziyaretleriyle tura devam edilir. Topkapi’da zumrutlere ic gecirilir. Guvenlik gorevlileriyle “Muhtesem yuzyil burada mi cekiliyor, yoksa baska yerde mi cekiliyor” geyigi yapilir. Ogle yemegi mutlaka Topkapi Sarayi icindeki Konyali’da yenir. Su boregi ve doner yenmeli. Cok feci bir ikili biliyorum ama naapalim. Sonrasinda tekrar yuruyerek misir carsisina gidilir, baharat ve yurtdisindaki arkadaslara bilumum Turkish delight alisverisi yapilir. Yeni cami onundeki cay bahcesinde cay ya da oralet icilip tekrar vapurla karsiya gecis. Tavsiye ederim, harika bir rota. Surekli Istinye Park’ta takilanlara ozellikle tavsiye olunur. Zihin acici bir rota. Yapmak lazim ara sira.

Ben bir Turk hamami hayraniyim. Istanbul’da yasarken ayda bir muhtelif otellerin hamamlarina kese kopuk masajina giderdim. Cok da saglikli oldugunu dusunuyorum. Ancak her zaman aklimda eski ve tarihi bir hamam tecrubesi edinmek vardi. Bu geldigimde tarihi Cagaloglu hamamina gitmeye karar verdim. Cok guzel, mistik ve insana kendisini iyi hissettiren bir mekan. Aydinlik, buyuk bir kubbesi var. Isi ve buhar cok bunaltmiyor. Harika kirmizi kareli pestemallari var. Bana kese ve kopuk masaji yapan bayan (natir mi denir onlara?) cok basariliydi. Kese bir harikaydi, kopuk masaji daha da bir harikaydi ve bence bunun sebebi de kullandiklari sabundu. Ben beyaz sabun kokusunu cok ozlemisim. Yillardir dus jeli kullanmaktan temiz, beyaz sabun kokusu nedir unutmusuz. Sabunlari zeyntinyagli defne sabunuymus ve Ayvalik’tan geliyormus. O guzel koku basli basina bir terapi bence. Beni eski guzel gunlere goturdu. Sonrasinda vucudumda ne bir kuruluk oldu, ne kasinti. Tam tersi pamuk prenses gibi oldum. Cok enteresan bir lifle vucudunuzu kopurtuyorlar. Daha once benzer bir lif gormemistim. Salkim sacak bir sey. O da bir mini kese hissi yaratiyor. Derinlemesine temizlendiginizi hissediyorsunuz. Hamamin icinde kucuk bir dukkan var. Kese, pestemal, sabun ve benzeri hamam malzemeleri satin alabiliyorsunuz. Cok guzel bir deneyimdi. Ozellikle natir hanimin kese ve kopuk masaji sonrasi beni dizinin dibine oturtup, uvey anne darbeleriyle saclarimi yikamasi kismina bayildim. Benim saclar sac olali, oyle temizlenme gormemistir herhalde. Saclarimi yikadi, kremledi, taradi ve ordu. En son da kafamdan asagi soguk su doktu. Adettenmis. Gozum kapali oldugu ve hazirliksiz yakalandigim icin orada biraz moralim bozuldu tabii. Bu arada yuzu her banyo sonrasi sodayla yikamanin cok iyi gelecegine dair bir tuyo verdi bana. Hamamdan ciktiktan sonra bana bir sise de soguk gazoz getirdi. Oh cok guzeldi valla. Herkese tavsiye ediyorum. Mutlaka ayda bir turk hamami candir...Kiymetini bilelim.






Turk hamami candir...



Kizimin okul tatili dolayisiyla solugu Istanbul’da aldik. Iyi ki aldik. 28 derece sicaklik ve gunes, super puslu ve yagmurlu Hollanda havasindan sonra ilac gibi geldi. Malum biz Hollanda’da halen bot ve yagmurluk giyiyoruz.


Istanbul bana gore dunyanin en guzel sehri. Buyuk metropollerin hemen hepsini gormus birisi olarak buna kanaat getirdim. Bir cok sebebi var. Iklimi, konumu, hem modern hem de tarihi bir dokusu olmasi, 7/24 herseye ulasiminizin olmasi gibi bir cok sebep sayabiliriz. 7/24 herseye ulasim deyip gecmeyin. Cok onemli bir konu. Misal, kuafor: Istanbul’da dus alip evden ciktiginizda her yone en fazla 10 adim uzaklikta hemen fon cekmeye hazir bir kuafor vardir. Randevuya falan gerek yoktur. Bu bir nimettir. Yurtdisi maalesef oyle degil. Birincisi fon cekme diye bir konseptten haberdar degiller. Blow dry diye bir uygulama var ki, bildiginiz kurutma makinesiyle saci kuruturken, fon fircasiyla da yalandan saci hale yola sokuyorlar. Bizim en kiytirik kuafor bile daha iyisini yapabiliyor. Manikur ve pedikur daha beter. Bir kere Hollanda’da tirmak eti kesme yok. Tirmak etlerini iteleme var. Eli suda bekletip, etleri iteleyip, oje suruyorlar ve yallah. Isiniz bitti. Genel uygulama bu. Belki de iyi bir uygulama ancak biz kenar etlerini aldirmaya alismis Turk kizlarina uygun bir uygulama degil maalesef. Bir de protez tirnak durumlari var. Ozellikle Ingiltere ve Hollanda’da. Uzun uzun, Bulent Ersoyvari protez tirmaklari cok seviyorlar. O tirnaklarla nasil spor yapilir, nasil salatalik soyulur, nasil banyo yapilir, bilen beri gelsin. Ama cok seviyorlar. Renk renk, boy, boy protez tirmak pek moda.

Donelim tekrar guzel Istanbul’umuza. Istanbul’un en sevdigim yeri tarihi yarimada. Ve en sevdigim rotasi da soyle: Sabah vapurla Karakoy. Namli’da kahvalti yapilir. Oradan yuruyerek Kapalicarsi’ya gecilir. Luzumsuz seyler alindiktan sonra Fes Kafe’de turk kahvesi molasi verilir. Daha sonra Ayasofya ve Topkapi olagan ziyaretleriyle tura devam edilir. Topkapi’da zumrutlere ic gecirilir. Guvenlik gorevlileriyle “Muhtesem yuzyil burada mi cekiliyor, yoksa baska yerde mi cekiliyor” geyigi yapilir. Ogle yemegi mutlaka Topkapi Sarayi icindeki Konyali’da yenir. Su boregi ve doner yenmeli. Cok feci bir ikili biliyorum ama naapalim. Sonrasinda tekrar yuruyerek misir carsisina gidilir, baharat ve yurtdisindaki arkadaslara bilumum Turkish delight alisverisi yapilir. Yeni cami onundeki cay bahcesinde cay ya da oralet icilip tekrar vapurla karsiya gecis. Tavsiye ederim, harika bir rota. Surekli Istinye Park’ta takilanlara ozellikle tavsiye olunur. Zihin acici bir rota. Yapmak lazim ara sira.

Ben bir Turk hamami hayraniyim. Istanbul’da yasarken ayda bir muhtelif otellerin hamamlarina kese kopuk masajina giderdim. Cok da saglikli oldugunu dusunuyorum. Ancak her zaman aklimda eski ve tarihi bir hamam tecrubesi edinmek vardi. Bu geldigimde tarihi Cagaloglu hamamina gitmeye karar verdim. Cok guzel, mistik ve insana kendisini iyi hissettiren bir mekan. Aydinlik, buyuk bir kubbesi var. Isi ve buhar cok bunaltmiyor. Harika kirmizi kareli pestemallari var. Bana kese ve kopuk masaji yapan bayan (natir mi denir onlara?) cok basariliydi. Kese bir harikaydi, kopuk masaji daha da bir harikaydi ve bence bunun sebebi de kullandiklari sabundu. Ben beyaz sabun kokusunu cok ozlemisim. Yillardir dus jeli kullanmaktan temiz, beyaz sabun kokusu nedir unutmusuz. Sabunlari zeyntinyagli defne sabunuymus ve Ayvalik’tan geliyormus. O guzel koku basli basina bir terapi bence. Beni eski guzel gunlere goturdu. Sonrasinda vucudumda ne bir kuruluk oldu, ne kasinti. Tam tersi pamuk prenses gibi oldum. Cok enteresan bir lifle vucudunuzu kopurtuyorlar. Daha once benzer bir lif gormemistim. Salkim sacak bir sey. O da bir mini kese hissi yaratiyor. Derinlemesine temizlendiginizi hissediyorsunuz. Hamamin icinde kucuk bir dukkan var. Kese, pestemal, sabun ve benzeri hamam malzemeleri satin alabiliyorsunuz. Cok guzel bir deneyimdi. Ozellikle natir hanimin kese ve kopuk masaji sonrasi beni dizinin dibine oturtup, uvey anne darbeleriyle saclarimi yikamasi kismina bayildim. Benim saclar sac olali, oyle temizlenme gormemistir herhalde. Saclarimi yikadi, kremledi, taradi ve ordu. En son da kafamdan asagi soguk su doktu. Adettenmis. Gozum kapali oldugu ve hazirliksiz yakalandigim icin orada biraz moralim bozuldu tabii. Bu arada yuzu her banyo sonrasi sodayla yikamanin cok iyi gelecegine dair bir tuyo verdi bana. Hamamdan ciktiktan sonra bana bir sise de soguk gazoz getirdi. Oh cok guzeldi valla. Herkese tavsiye ediyorum. Mutlaka ayda bir turk hamami candir...Kiymetini bilelim.

22 Nisan 2012 Pazar

Avrupa'da kayak tatilindeyim sekerim...



Kayak tatili yazisi yazmak icin biraz gec kaldigimin farkindayim. Ama bu yazi gezelim-gorelim yazisi olmayacak. O isi erbabina birakmak lazim. Bakiniz ‘geziyorum.net’ ve Emre Tok yazilari. Benimki daha ziyade Avrupali kayaktayken , ne giyer ne yer konulu bir yazi olacak. E benden de bu beklenir zaten. Haydi buyurun.


Baktim bu Hollanda’lilar Alp’lere kar duser dusmez yemeyip icmeyip solugu Avusturya’da aliyorlar, vardir bir keramet deyip dustum Avusturya yollarina. Avusturya deyip gecmemek lazim. Bir cok kayak merkezi var. Biraz pist zorluklarina ya da partileme potansiyeline gore tercihler degisiyor. En kolay pistler, en zor pistler, efendim apre ski partileri en bol yoreler…vs…vs. Dedigim gibi ben gezelim gorelim olaylarina girmiyorum. Tercihimi ofisteki meslektaslarimin tavsiyelerine uyarak Saalbach Hinterglemm ‘den yana yaptim. Cok da iyi yapmisim. Sirin mi sirin bir Avusturya dag koyu. Hani eski kilisesi, ahsap kulubeleri falan olan. Her an bir yerden Heidi cikacakmis gibi hissiyati olan bir yer.

Kural 1: Mutlaka Spa otelde kalinacak. Lakin aksamustu, gunes cekilip kayak olayi bitince, eger deli deli gece de aydinlatilmis pistte kayak yapacagim diye tutturmazsaniz, yapacak baskaca bir sey yok. En guzeli kayak sonrasi hafif atistirip (buna da après ski snack deniliyor ) kendinize spaya atmak. Sonra da aksam yemegi, somine basinda elde konyak gezmeler ve uyku tabii ki. Adam gibi erken kalkip, ciddi ciddi kayak yapiyorsaniz yorgunluktan gece 22:30 u zor gorursunuz zaten. Yanliz saunalarda bir durum var ki simdiden uyarayim sizi. Saunaya mayoyla girmek yasak. Efendim mayo kumasi ya da mayolarin kenarinda olan metal aksesuarlar sauna tahtalari icin iyi degilmis. Ozellikle kapisinda mayoyla girmek yasak, 18 yasin alti giremez dedigi icin, yanindan bile gecemedim. Neme lazim. Spa otel iyi ama siz yine de havuzda, fin hamaminda, jakuzide falan takilin :). Mayosuz sauna bizi asar.

Kural 2: Erken kalkan yol alir. Avrupalinin uykuyla isi yok, ben anladim artik. Sabah kahvaltiya inerken, pist basi yapan Avrupalilari gorup sinir olmamak icten degil. Aslinda tabii ki dogrusunu onlar yapiyorlar. Amac kayak yapmak degil mi? Tabii en makbul kar sabah kari. Hava hafif isinirsa, aksamustu kar camur gibi oluyor. O da ayri konu. Ama tatile geldim, biraz da uyuyayim derseniz, kahvaltida tek basiniza kalirsiniz. Sinir olursunuz. Ona gore.

Kural 3: Kayak kiyafeti candir. Gecenlerde Turkiye’de bir kose yazari Uludag ve Avrupa kayak merkezleri arasindaki farki anlatan cok guzel bir yazi yazmisti. En temel fark Uludag insaninin full makyaj ve kiyafet bakimindan suslu olmasi idi,. Bence makyaj kismi cok dogru tespit. Kayak kiyafeti kismina katilmiyorum. Simdi Avrupali hanimlar zaten makyaj yapmiyorlar. Bu konuda anlasalim. Makyajda biz Turkler kiiiim, onlar kim? Dolayisiyla ve dogal olarak spor yaparken hic hic yapmiyorlar. Ben valla milli deformasyon olsa gerek, rimelsiz odadan cikmadim mesela. Ancak kayak kiyafetlerinde durum oyle degil. Gayet siklar, gayet aksesuar kullaniyorlar, gayet renk uyumuna dikkat etmekteler. Boardcular ayri. Onlarin ayri bir kiyafet yonetmelikleri var biliyorsunuz. Tuhaf belden dusuk pantolonlar, yamuk bereler…vs. Onlara hic girmeyelim. Onlar ayri bir tur. Kaz tuyu montun krali bildigimiz uzere Moncler’dir. Belcika Antwerp’te inanilmaz bir magazalari var. Cok tuzlu fiyatlari oldugunu soylemem lazim. Kayakcinin olmazsa olmazlari: Havali mont, havali kayak pantolonu. Havali kayak pantolonlari dar oluyor, bilege dogru kayak ayakkabisini da icine alacak sekilde genisliyor. Popolar guzel gorunuyor. Asla cuval gibi durmuyor. Havali kayak montunun olayi, dogal olarak su gecirmiyor olmasi. (her kaz tuyu mont su gecirmez saniyorsaniz aldaniyorsunuz – teflon kaplama olacak) Mumkunse kolunda ski pass konulacak kart yeri olacak (Ski pass - tepeye cikmak uzere ustune bilinen herhangi bir seye binis hakki icin alinan ve karta yuklenen kontur – her geciste okutmaniz lazim – su yakmiyor yukari cikis) Zirt pirt karti cikarip okutma derdi yok. Kolunuzu tutveriyorsunuz ve geciyorsunuz. Ve hatta alt cebinde de gozluk camlarindaki buhari silmek icin gozluk cami mendili takilacak yeri olacak. Yaaa. Ince detaylar var mont isinde. Iclik denilen termal %100 yun bir olay var. Iyi bir marka degise yandiniz. Kasinabilirsiniz ve hic isinmayabilirsiniz. Fenaliklar gecirebilirsiniz. Uzun kollu bir ust ve tayttan olusuyor. En krali Smartwool. %100 merino yununden yapilma, ultra ince, rahat ve isitici. Ama iyi bir kayak pantolonunuz varsa ona bile gerek yok. Alplerde test ettim, onayladim. Ben Peak Performance markasini cok tuttum. Hem tasarimlari cok iyi hem de sik. Azcik tuzlu ama bir kere alinip evladiyelik giyilebilecek bir marka. Bir de Napapijri diye bir marka var ki, outdoorcular eminim cok iyi bilirler. Fotoda gorulen onu kar desenli montunda cok fena aklim kaldi. Niye almadiysam. Napapijri’nin ozellikle polar veya yun hirkalari, kayak sonrasi otelde ya da apre ski barda havali havali gezmek icin cok onemli. Demedi demeyin. Bence sitesine goz atin. www.napapijri.com



Kural 4: Zirvedeki kafelerde olay guneslenmek. Bu kadar kalin kayak kiyafetleri uzerlerindeyken , kizlarin gunesi gorup bir anda nasil ince askililarla ciplak kaldiklarina sahit oldum. Beylerin ustleri zaten full ciplak. Ama hepsinde gunes koruma kremi. Yok boyle bir guneslenme. Bu arada aksama kadar bira icip nasil hala kayak uzerinde durabildiklerine hayretler ederken, aslinda ictiklerinin bira degil, icinde maden suyu konulmus elma suyu oldugunu anlamam biraz zaman aldi. Otel yemekleri fena degil. Fondue cok trendy. Avusturya’da schnitzel beklerken ha bire karsima fondue cikti. Balik fondue biz Turklere ters. Uzak durulmasi gereken bir yemek. Benden soylemesi. Bizim otelde her gece degisik bir konsept vardi. Italyan gecesi, fondue gecesi, o gecesi, bu gecesi gibi. Tum yiyecekler organikti. Artik organik ne demekse? Cok inanamiyoruz ya artik bu organik isine. Aksam yemekle birlikte agir icilmeye baslaniyor. Sarap agirlikli olmak uzere, sampanya ve yemek sonrasi konyak takiliniyor. Yemek sonrasi elde konyak, somine civarinda dolanmak onemli. Tabii uygun kar desenli kazaklarla. Ve herkesin ama herkesin elinde mi smartphone olur. Yemek sonrasi tum Avrupali mail kontrolu yapmakta. Artik mail mi bakiyorlar, tweet mi atiyorlar bilemem. Ama elde konyak, ustte kar desenli kazak ve obur elde smartphone olmazsa ortama uyum saglayamazsiniz.



Kural 5: Atlarin cektikleri kizakla ormanda dolasmak. Mutlaka yapilmasi gereken bir sey. Sakin oralara gidersniz kizagi es gecmeyin. Cok keyifli. Ozellikle cingirak sesleri. Kizagin icinde dizlerinize ortebileceginiz battaniyeler de var ama ben sizin yerinizde olsam iclik giyerim. Kafama da burnuma kadar bere cekerim. Tecrubeyle sabit.



Son kural: Iyi bir kayak ogretmeni candir. Mumkunse en iyisini bulun. Bizimkisi ikinci gunde bizi 1800 metreye cikarmayi basardi. Sayesinde sag salim asagiya inmeyi de biz basardik. Hadi bu kadar yeter size. Kis sporlarini seviyorsaniz Alpler mutlaka ve mutlaka gorulmesi gereken bir guzellik. Seyahat listenize mutlaka koyun.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Hollanda, süet botlar ve Zadig & Voltaire...

Taşınma ve yeni bir hayata başlama telaşı derken uzunca bir zamandır yazamadığım sevgili bloğuma kaldığım yerden devam ediyorum. Hayat çok tuhaf. En son blog yazımı İstanbul'daki evimde yazmıştım. Nişantaşında davetli olduğum bir lansman sonrası Beymen'e uğrayıp indirimden bir Tory Burch botla bir Jimmy Choo ayakkabı düşürdüğüm müstesna bir günün sonrasıydı. Bir fiyatına iki almış olmaktan ötürü çok keyifliydim. Bana eşlik eden kahvemle Tommy Hilfiger'ın yeni sezonunun ne kadar güzel olduğunu yazmıştım. Bugünse Hollanda'daki yeni evimdeyim. Evimin penceresinden altın sarısı sonbahar tonları. Hava puslu. Ama yine kahvem var. Hatta daha havalı bir kahve makinem de var. Ve o gün o yazıyı yazarken bugün burada olacağımı hayal bile edemezdim. Dedim ya hayat çok tuhaf. İstanbul şimdilik beni beklerken ben Avrupadaki yeni hayatımın tadını çıkarmaya başladım bile. Avrupa diyorum lakin Hollanda konum olarak her yere çok yakın. Paris'e trenle 2,5, Belçika'ya 1 saat. Almanya zaten komşu kapısı. Londra uçakla bir saat. Benim gibi gezmeyi seven birisi için bulunmaz nimet.Yanlız baştan anlaşalım. Buralardan yazacağım yazılarımın konusunu ağırlıklı modanın, trendlerin, tasarımcıların oluşturmayacağını söyleyebilirim. Herhalde farketmişsinizdir ki ünü kainata yayılmış Hollandalı bir tasarımcı henüz dünyaya gelmedi. Cefakar Hollandalı kadınlar en az 3 çocuk- biri kesin bebek olmak kaydıyla, hayat, geçim derdi üçgeni arasında ve bütün bunları yaz kış bisiklet üzerinde yaparken, elbette ki göze hoş görünmekten ziyade konforu ve pratikliği ön planda tutuyorlar. Ayrıca şık olup olmamayı dert de etmiyorlar. Buna çok kafa yorduklarını hiç sanmıyorum. Hatta nerdeyse anlamsız buluyorlar bile diyebilirim. Bir çantaya ya da ayakkabıya deli paralar vermek kesinlikle onlara göre değil. Hem kıyafetlerde hem de ayakkabılarda bisiklete uygun (bisiklet olmasa da tren-metro-yürümek...vs) bir moda anlayışı hüküm sürmekte. Genellikle tayt üzeri tunik durumları var. Tunikler de mümkünse en desenlisinden. Çiçek ya da geometrik desen tercih ediliyor. Tayt beyaz da olabiliyor ve genellikle de oluyor. Niyeyse beyaz pantolon ve tayt pek seviliyor. Ama üstü tunik olmak şartıyla. Gelelim ayakkabılara. Ayakkabılara hiç girmesek iyiydi ama madem girdik söyleyeyim. Az topuğun ve rahatlığın ön planda olduğu bilimum botlar ve çizmeler hüküm sürmekte. Bir süettir gidiyor nedense. Ve bu kadar çok yağışın olduğu bir memlekette neden süet bu kadar yaygındır anlayan beri gelsin. Bu arada zevkli şeyler satan dükkan sayısı yok denecek kadar az. Onlar da dediğim gibi talebe yönelik stok yaptıkları için, talep de tayt ve popoyu örten bilmium olduğu için durum böyle oluyor. Bu arada size Hollandalı kadınların bisiklet üzerinde biri önde diğeri arkada olmak üzere iki çocuk taşırken aynı zamanda hava yağmurluysa bir elde şemsiye tutup, diğer elde de telefonda mesaj yazabildiklerini söylemiş miydim? Konumuza dönelim. Kıyafet olayı böyle. Hal böyle olunca ver elini komşu ülkeler. O zaman bu vesileyle size son takıntı markamı tanıtmak isterim. Zadig and Voltaire. Made in France. Marka ünlü manken Erin Wasson'un el atmasıyla daha da bir tanınır hale gelmiş ama bana soracak olursanız ve girip dükkandan iki şey almaya para ayırdıysanız her ikisi de kaşmir olsun derim. Benim favorim Paris'te Le Marais'deki dükkanları. Saint Germain'deki de fena değil. Hem gitmişken Cafe Le Fleur'e de takılma opsiyonu var. Tabii La Fayette markanın önemli kalelerinden biri ve iyi bir indirime de rastlarsanız çok şahane olabilir. Benim gittiğim hafta indirim vardı ve ben maalesef bunu farketmezden önce indirim olmayan mağazasından alacaklarımı almıştım. Markanın en önemli deseni ve biraz da simgesi kelebek ve keza kelebek üzeri kurukafa. Kelebek kanatlarına bakınca hafif kurukafa görmüş gibi bir hissiyatı var. Direkt kurukafalar da var tabii ama alana mani olmayalım. Markanın güzelliği işlemelerindeki ışıltısı ve kaşmirin inceliği ve hafifliği. Bir hırkanın bu kadar ince olup, çantada az yer kaplayıp buna rağmen nasıl sizi ısıtabildiğine şaşırıp kalacaksınız. Bir çok tişört ve ceket işlemeli. Bakınız bu sayfadaki işlemeli ceket ve kollarinin yamaları işlemeli kaşmir kazak. Ceketin fiyatı 435 euro. Esasen kendisi ceket bile değil. Hırka. Çok asap bozucu. İndirime de girmiyor. Bir de benim için bir markada çok önemli bir ayrıntı var ki o da fazla düzgün ve özenilmiş bir görüntü sergilememesi. Benim galiba fazla düzgün görüntüye allerjim var. Yeni aldığınız bir kaşmirde yıllardır giyilmiş havası olabiliyor. Dolayısıyla ilk giydiğinide kimse farketmiyor. (Ki bu da benim için çok makbüldür) Fransa'ya yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Ya da internetten bakın. Kaşmir düşkünleri kaçırmasınlar derim. Bu arada şaka maka çok ciddi çanta ve aksesuar koleksiyonları da var. Hollanda'da yaşayan çok sevgili Zadig and Voltaire meraklıları ne yapacak peki? Hemen cevaplıyoruz: Beijenkorf'a koşacaklar. Ancak çok da heyecanlandırmak istemem. Orada bulacağınız zaten çok kısıtlı Z&V koleksiyonunun toplam Zadig and Voltaire koleksiyonu içindeki en olmayacak parçaları olduğundan emin olabilirsiniz. :) Denemesi bedava. Türkiye mi? Olsa olsa Beymen'de olur. Daha da bir yerde olmaz. Ah Beymen ahhhhh....Haftaya Londra ve Liverpool beni bekler. Bakalım dönüşte size oralardan neler anlatacağım neler. Görüşmek üzere ya da flamanca şekliyle Tot Ziens....

22 Şubat 2011 Salı

Tommy Hillfiger yeni sezon bir harika...

Bu aralar yolunuzu Tommy Hilfiger mağazasına düşürmenizi öneriyorum. Yeni koleksiyon bir harika. Yaz mevsimini çok sevmeyen ben bile rengarenk kanvasları görünce bayıldım. Mavinin, yeşilin, sarının, pembenin birden fazla tonunu bulmak mümkün. Ben gök mavisi bir keten pantolon tespit ettim. Onu alacağım. Hani eskiden ilkokulda renkli tebeşirlerimiz vardı ya, aynı o tonlarda.. Bahar renkleri. Muhteşem.

Mağazalarda, dergilerde ya da internet sitesine girerseniz fark etmişsinizdir ki bir Hillfiger Ailesi konseptidir gidiyor. Bu sayfada fotoğrafını da bulabilirsiniz. Benim ailede favorim anneanne. Yaşlanınca onun gibi görünsem daha ne isterim acaba? Diğer favorim de ailenin köpeği. Bakınız en önde yatıyor. Vermek istedikleri mesaj da sanıyorum markanın her yaşa hitap ediyor olması ki gerçekten de öyle. Annemle birlikte ortak birşeyler bulabildiğimiz nadir mağazalardan biri Tommy Hillfiger.

Blazer delisi bir insan olarak algıda seçicilik olsa gerek, hemen gözüm blazer’lara kayıyor. E ne de olsa yeni sezonun hafif bir yat kulübü havası da yok değil. Harika bir blazer var, dore düğmeli. Kumaşının ne kadar iyi olduğunu daha baktığınızda anlıyorsunuz. Buna ek olarak çok hoş çizgili ceketler de var. Blazer’da değişik sürpriz kumaşlar kullanılmış. Beyaz pantolonlarla muhteşem bir kombin oluyor. Bir de armalı beyaz bir ceketi var ki bu üçlüden birini mutlaka edinmek lazım diyorum. Tam da bir dolapta olması gereken bir üçlü. Bir siyah ya da lacivert blazer, lacivert üzerine beyaz çizgili ceket ve düz beyaz ceket.

Militer ceketler ve parkalar yine var. Farkındaysanız moda dergilerinde de hala çokça militer esintisi devam ediyor. Parka zaten klasikler arasında yerini aldı bile. Ben favorilerimi sizler için bu sayfaya koydum. Nora Parka. Çok güzel detayları var. Yeşilin iki tonunu kullanmışlar. İşlemeli düğme ilikleri var. Öğrenci tarzı hırkaları da es geçmeyin sakın. Bahar hırka zamanıdır. College tarzını yaratmakta en başarılı markalardan biri bence TH. Zaten havaların bu gidişiyle palto giymek de hayal olduğuna göre. Bu hırkalar en güzel boyfriend jeanlerle yakışıyor. Ben boyfriend jeanleri kendime pek yakıştıramadığım için kısa paçalı pantolonlarla, skinny jeanlerle ya da taytlarla giymeyi tercih ediyorum. Artık tercih sizin.


Çizgili penyelere (ki hala modası geçmedi ve bana göre geçmeyecek de) mutlaka dikkatinizi çekmek isterim. Bir de aslında basic tişörtleri var TH’ın. Belki çok ortalıkta durmaz ama sorarsanız kesinlikle gösterirler. Bana göre beyaz penye tişörtte kumaş ve duruş çok önemlidir. Her iki açıdan da TH’ın basic tişörtleri geçer not alıyor. Dokunup kendiniz karar verin.
Kısacası Tommy Hillfiger yeni sezonda kolejli ve kulüplü tarz beklentilerini yakalayarak spor tarzı sofistike bir görünümle birleştirmeyi yine başarmış. Leopar desen mi dediniz? Ha ondan burada yok maalesef :)








30 Ocak 2011 Pazar

Mantar panom ve Lady Diana

Odamda mantar bir panom var. Beğendiğim ne varsa üzerine yapıştırıyorum. Sezondan beğendiğim parçalar, almayı planladığım ya da hayal ettiğim (bazıları fiyatları sebebiyle ancak hayallerde kalabiliyor) ürünler, stillerini beğendiğim hanımlar ki bunlara stil ikonu deniliyor …vb. Hatta yemek tarifleri falan bile var. En son Glamour dergisinde sağlıklı yemek önerileri vardı. Onları da yapıştırdım. Hani bir adet kek ve kahve kaç kaloridir ve onun yerine sağlıklı ne yerseniz hem daha çok yemek yemiş olursunuz hem de karınınız doymuş olur gibi öneriler. Ben gerçi yemekle ilgili pek yazmıyorum ama gerçekten de bir adet cafe keki ve latte yerine bir adet yumurta, iki dilim ekmek, bir kase yoğurt (hem de üzerine bir kaşık balla), yanına yarım greyfurt ve yine yağsız sütlü kahve eşdeğermiş. Bence denemeye değer. Ben denedim. Pek de güzel doyuruyor.

Karnımızı doyuranlardan gelelim ruhumuzu doyuranlara. Stillerini beğendiklerim arasında Kate Moss, Olivia Palermo, Lady Diana ve Jacqueline Kennedy Onassis’i sayabiliriz ki panomda kendilerine rastlayabilirsiniz. Biraz eskiler, biraz yeniler, aslında bana göre zamansız olan tarzlar. Lady Diana’nın gelinlikli bir resmi var panomda çünkü hala o gelinliğin gördüğüm en muhteşem gelinliklerden biri olduğunu düşünüyorum. Çok da basit bir modeli olmasına rağmen. Tarzını beğenmek derken Diana’nın evliliğinin ilk zamanlarındaki ya da oğullarının doğduğu zamandaki stilinden bahsetmiyorum. Esasen eşiyle arasının bozulduğu döneme dair olan stili çok daha hoş. Sanırım kendisini ve stilini en çok bulduğu/bulmaya başladığı zamanlar. Ya da belki saray terzilerinden kopup dünyaca ünlü modacılarla tanışmaya başladığı zamanlar. Bu saray terzilerini de anlamak mümkün değil. Tamam, anlıyorum, eminim kumaşları falan çok iyidir ama ne o tayyörler öyle ya. Kadını nasıl kötü giydirmişler, göz var izan var. Hiç mi dışarıya bakmazsınız? Diana’ya ait ünlü safir ve pırlanta yüzüğün şu anda Diana yaşasaydı gelini olacak olan Kate Middleton’ın parmağında olduğunu sanırım artık bilmeyen kalmadı. Bence muhteşem bir yüzük. Zamanında Garrard isimli bir mücevherci tarafından yapılmış. Diana taktıktan sonra yüzüğün modeli Diana’nın adıyla anılmış. O zamanki değeri 28.000 poundmuş. Bildiğim kadarıyla yüzük Diana’ya özel yapılmamış. Diana mücevherciden bu yüzüğü kendisi seçmiş.

Gelelim beğendiğim sezon parçalarına. Ben deri sever bir insanım. Oldum olası sevmişimdir ama derinin giymesi inanılmaz riskli bir materyal olduğunu da söylemem lazım. Çünkü birlikte kombinleyeceğiniz alt ve üstten tutun da saçınızın şekline ve makyajınıza kadar ince bir sınır vardır basit ve şık görünmek arasında. Birini bile azıcık dahi kaçıracak olursanız vay halinize. Bana göre bu sezonda ve aslında her kış sezonunda en güzel parçalardan biri deri pantolon ve etekler. Ve hatta mümkünse camel rengi olanları. Beymen’de güzel bir camel tonunda etek gördüm. Gucci’de hoş bir pantolon var ama fiyatına bakmaya korkuyorum. Siz siz olun deriyi mümkün olduğunca sade parçalarla kombinlemeye çalışın. Mesela deri etek giyiyorsanız üstünüze tek renk bir gömlek ya da bluz giyip,(tercihen beyaz ya da krem) saçınızı da at kuyruğu falan yapın. Sakın ha sakın da kırmızı ruj sürmeye falan da kalkmayın. Bence her kadının dolabında bir adet siyah deri etek olmalıdır. Şarttır.

Çok beğendiğim çanta markalarından biri de Mulberry’dir. Panomda en az üç adet Mulberry Alexa çanta fotosu var. Mor olanı muhteşem. Özellikle üç tane birden koydum ki birisi bir gün benim olsun diye J Uzun saplı büyükçe bir çanta. Siz de benim gibi çantasına ne bulursa koyan bir insansanız bu çanta ideal. Üstelik hem omuza asılabiliyor hem de kısa sapından taşınabiliyor. Aman ne olur kolları büküp taşımayın bu çantayı. Bu çanta olmaz. Çanta derken Chanel’den bahsetmeden geçmek olmaz. Bu mesela benim için şimdilik hayal klasmanında. Sadece fiyatından dolayı değil, kullanım sıklığından da dolayı. Malum küçük bir çanta. Öyle her yere haldır haldır taşıyabileceğiniz bir çanta değil. Fiyatından dolayı tam olarak alalım bulunsun gibi bir durumu da yok. Ama kot üzeri tweed ceketlerle de öyle bir güzel duruyor ki, ne diyeceğimi bilemiyorum. Bana göre bir şey aldığınız zaman gece gündüz çok fark etmeden maksimumda giyebilmeniz lazım. Bu tam öyle değil. En azından benim için çantasında fotoğraf makinesinden, telefon şarjına ve şemsiyeye kadar her bir şeyini yanında taşıyanlar için. Neyse, bakacağız artık.

Haydi hanımlar, bir sonraki yazıda görüşmek üzereeee.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Yaşasın Sohbahar Geldi!

Nihayet sonbahar geldi. En sevdiğim mevsim. Herkes nedense yazı pek bir sever. Ben sevmem. Ne çiçek desenlerini severim, ne geometrik desenleri ne de sıcağı. Yaz gelince ortalık çiçek desenli elbise kaynar. Sanki giyecek başka hiçbir şey yokmuş gibi. Bir de mantar topuklar var tabii. Yazın üniforması sanki. Brozlaşma telaşı da cabası. Oysa sonbahar öyle mi ya. Kestane mevsimi. Atkı ve fular mevsimi, trençkot mevsimi. Yaşasın! Mandalina da çıkar şimdi. Bazen diyorum gidip Londra'da falan mı yaşasam. Neredeyse 12 ay sonbahar tadında.

Bu ayki moda dergilerine ya da vitrinlere bakarsanız resmen yazın kapandığını anlarsınız. Tüm dergiler ve vitrinler bizi sonbahar-kış alışverişi yapmaya zorluyor. Ben kendi adıma yeni sezonda neleri sevdiğimi neleri sevmediğimi yazacağım önümüzdeki bir iki yazımda. Ve de tabii ki alışveriş listemi.

Bunlara başlamadan önce çok kısa bir Hakan Yıldırım'dan bahsetmek isterim. Daha doğrusu bugün Koton'un vitrininde gördüğüm güzel siyah elbiseden. Maalesef foto koyamıyorum. Çünkü Koton mağazası Hakan Yıldırım gibi harika bir modacıyla bir anlaşma yapmış, kendi adına kıyafet ürettirmiş ve bunu sitesinde yayınlamıyor. Pes diyorum Koton size. Lütfen gidip Koton için Hakan Yıldırım'ın tasarladığı harika küçük siyah elbiseye bakar mısınız. Bu ayki Elle dergisinin Amerika versiyonu Hakan Yıldırım'dan ziyadesiyle bahsetmiş. Kendisini çok seviyoruz ve Koton'u da bu sofistike işbirliğinden dolayı kutluyoruz. Ulaşılabilir lüks adına çok vizyonlu bir hareket olmuş.
Gelelim sezon'un alınması lazım parçalarına. Birincil olay renk. Camel rengi. Mutlaka bu tonlarda (karamel olabilir, krem rengi olabilir, viski rengi, konyak rengi, artık ne derseniz) bir şeyleriniz olmalı. En anlamlısı palto olabilir. Ama lütfen atlamayın. Yani geçen sene kendinize güzel bir palto aldıysanız sırf bu sezon moda diye gidip bir tane daha almanın anlamı var mı? Ama mesela ben geçen sene almadım. Ondan dolayı bu sene almaya hakkım var. :) İş ki rüya paltoyu bulabilelim. Birincisi karamel rengi olacak, ikincisi ince olacak, yumuşacık olacak, belden kuşaklı olacak. Tüm moda dergileri bu tip bir palto için istikameti Escada olarak gösteriyor. Bakacağız. Bu konuya daha sonra ayrıntılı değineceğim.

Bu rengi hemen paltoyla sınırlamayalım. Ben kendi adıma bu renklerde bir deri etek ya da pantolon da düşlüyorum. Ya da bol paçalı bir kumaş pantolonla kombinlenmiş ipek gömlek. Bakınız fotolar. (Birinci pantolonu es geçelim lütfen) Çok merak eden varsa görüntüler Chloe defilesinden. Aynı tonda gömlekle kombinleyince ne kadar şık durduğuna dikkatinizi çekerim.

Aynı gömleği güzel bir kot pantolon ve tüvit bir ceketle de hayal eder misiniz. Ettiniz mi? Çok güzel olmadı mı? Camel rengin birlikte çok çık durduğu ikinci renk de bence kırmızıdır. Aklınızda bulunsun. Altına da loafer ayakkabı. Zaten şimdi tam da o konuya geldik.
İkinci almak istediğim parça Prada'dan loafer ayakkabı. İster düz, okul yıllarındaki gibi, isterseniz de topuklu bir loafer bence sonhabarın en önemli parçasıdır. Bakınız aşağıda. Ama korkmayın. Mavi falan almaya kalkmayacağım. Düz derseniz Tod's bu sezon çıkarmış. Çok şık ve klasik bence. Ancak düz bir loafer'ı giymek çok kolay değildir. Neyle, nasıl giyeceğiniz sizi çok şık da gösterebilir, tam tersi de. Benim önerim biraz kısa paçalı pantolonlarla ya da mini etek ceketlerle giymeniz yönünde olurdu.

Dergilerde bolca sezonun hit kumaşlarının deri ve dantel olduğu yazıyor. Aman diyim, siz siz olun hit parçalar diye hepsini bir arada giymeye kalkmayın. Çok korkuyorum. :) Başka bir sezon anahtar deseni ise leopar. Hele bunu da işin içine katan olursa ne yaparız bilemiyorum. Ben maalesef leopar desenin hiçbir türlüsünü kendime yakıştıramıyorum. Güzelce, basit görünmeden kıyafetinizin bir yerlerine katabiliyorsanız bu deseni, sizi tutmak istemem. Ama demedi demeyin sonra. Bir de militer modası çıktı ki, o daha az korkutucu. Militer pantalonları asker botlarıyla giymeye falan kalkmazsanız idare ederiz.
Bu yazıda son olarak bir siyah pantolon tavsiyem olacak sizlere. GAP'in Black Magic siyah pantolon serisi. Ben bayıldım. Tam da ofiste giyecek adam gibi bir siyah pantolon lazım derken karşıma bu seri çıktı. Size şiddetle True Straight'i tavisye ediyorum. Ama bir sürü farklı kesimi var. Siyah pantolona ihtiyacınız varsa gidip deneyin mutlaka.

Sonbahar yazılarının ikinci kısmında görüşmek üzere. Daha neler yazacağım neler...