11 Eylül 2010 Cumartesi

Yaşasın Sohbahar Geldi!

Nihayet sonbahar geldi. En sevdiğim mevsim. Herkes nedense yazı pek bir sever. Ben sevmem. Ne çiçek desenlerini severim, ne geometrik desenleri ne de sıcağı. Yaz gelince ortalık çiçek desenli elbise kaynar. Sanki giyecek başka hiçbir şey yokmuş gibi. Bir de mantar topuklar var tabii. Yazın üniforması sanki. Brozlaşma telaşı da cabası. Oysa sonbahar öyle mi ya. Kestane mevsimi. Atkı ve fular mevsimi, trençkot mevsimi. Yaşasın! Mandalina da çıkar şimdi. Bazen diyorum gidip Londra'da falan mı yaşasam. Neredeyse 12 ay sonbahar tadında.

Bu ayki moda dergilerine ya da vitrinlere bakarsanız resmen yazın kapandığını anlarsınız. Tüm dergiler ve vitrinler bizi sonbahar-kış alışverişi yapmaya zorluyor. Ben kendi adıma yeni sezonda neleri sevdiğimi neleri sevmediğimi yazacağım önümüzdeki bir iki yazımda. Ve de tabii ki alışveriş listemi.

Bunlara başlamadan önce çok kısa bir Hakan Yıldırım'dan bahsetmek isterim. Daha doğrusu bugün Koton'un vitrininde gördüğüm güzel siyah elbiseden. Maalesef foto koyamıyorum. Çünkü Koton mağazası Hakan Yıldırım gibi harika bir modacıyla bir anlaşma yapmış, kendi adına kıyafet ürettirmiş ve bunu sitesinde yayınlamıyor. Pes diyorum Koton size. Lütfen gidip Koton için Hakan Yıldırım'ın tasarladığı harika küçük siyah elbiseye bakar mısınız. Bu ayki Elle dergisinin Amerika versiyonu Hakan Yıldırım'dan ziyadesiyle bahsetmiş. Kendisini çok seviyoruz ve Koton'u da bu sofistike işbirliğinden dolayı kutluyoruz. Ulaşılabilir lüks adına çok vizyonlu bir hareket olmuş.
Gelelim sezon'un alınması lazım parçalarına. Birincil olay renk. Camel rengi. Mutlaka bu tonlarda (karamel olabilir, krem rengi olabilir, viski rengi, konyak rengi, artık ne derseniz) bir şeyleriniz olmalı. En anlamlısı palto olabilir. Ama lütfen atlamayın. Yani geçen sene kendinize güzel bir palto aldıysanız sırf bu sezon moda diye gidip bir tane daha almanın anlamı var mı? Ama mesela ben geçen sene almadım. Ondan dolayı bu sene almaya hakkım var. :) İş ki rüya paltoyu bulabilelim. Birincisi karamel rengi olacak, ikincisi ince olacak, yumuşacık olacak, belden kuşaklı olacak. Tüm moda dergileri bu tip bir palto için istikameti Escada olarak gösteriyor. Bakacağız. Bu konuya daha sonra ayrıntılı değineceğim.

Bu rengi hemen paltoyla sınırlamayalım. Ben kendi adıma bu renklerde bir deri etek ya da pantolon da düşlüyorum. Ya da bol paçalı bir kumaş pantolonla kombinlenmiş ipek gömlek. Bakınız fotolar. (Birinci pantolonu es geçelim lütfen) Çok merak eden varsa görüntüler Chloe defilesinden. Aynı tonda gömlekle kombinleyince ne kadar şık durduğuna dikkatinizi çekerim.

Aynı gömleği güzel bir kot pantolon ve tüvit bir ceketle de hayal eder misiniz. Ettiniz mi? Çok güzel olmadı mı? Camel rengin birlikte çok çık durduğu ikinci renk de bence kırmızıdır. Aklınızda bulunsun. Altına da loafer ayakkabı. Zaten şimdi tam da o konuya geldik.
İkinci almak istediğim parça Prada'dan loafer ayakkabı. İster düz, okul yıllarındaki gibi, isterseniz de topuklu bir loafer bence sonhabarın en önemli parçasıdır. Bakınız aşağıda. Ama korkmayın. Mavi falan almaya kalkmayacağım. Düz derseniz Tod's bu sezon çıkarmış. Çok şık ve klasik bence. Ancak düz bir loafer'ı giymek çok kolay değildir. Neyle, nasıl giyeceğiniz sizi çok şık da gösterebilir, tam tersi de. Benim önerim biraz kısa paçalı pantolonlarla ya da mini etek ceketlerle giymeniz yönünde olurdu.

Dergilerde bolca sezonun hit kumaşlarının deri ve dantel olduğu yazıyor. Aman diyim, siz siz olun hit parçalar diye hepsini bir arada giymeye kalkmayın. Çok korkuyorum. :) Başka bir sezon anahtar deseni ise leopar. Hele bunu da işin içine katan olursa ne yaparız bilemiyorum. Ben maalesef leopar desenin hiçbir türlüsünü kendime yakıştıramıyorum. Güzelce, basit görünmeden kıyafetinizin bir yerlerine katabiliyorsanız bu deseni, sizi tutmak istemem. Ama demedi demeyin sonra. Bir de militer modası çıktı ki, o daha az korkutucu. Militer pantalonları asker botlarıyla giymeye falan kalkmazsanız idare ederiz.
Bu yazıda son olarak bir siyah pantolon tavsiyem olacak sizlere. GAP'in Black Magic siyah pantolon serisi. Ben bayıldım. Tam da ofiste giyecek adam gibi bir siyah pantolon lazım derken karşıma bu seri çıktı. Size şiddetle True Straight'i tavisye ediyorum. Ama bir sürü farklı kesimi var. Siyah pantolona ihtiyacınız varsa gidip deneyin mutlaka.

Sonbahar yazılarının ikinci kısmında görüşmek üzere. Daha neler yazacağım neler...

27 Temmuz 2010 Salı

New York Yazıları - II

Bu yazıyı okumadan önce "New York Yazıları I" i okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Bir önceki yazımda Proenza Schouler'dan bahsetmiştim. Şimdi de Halston Heritage'tan bahsetmek zamanı geldi. Bu markayı bir film meşhur etti dersem abartmış olmam diye düşünüyorum. Sex and the City 2 filmini herhalde seyretmeyen kalmadı. Efendim filmde Sarah Jessica Parker aynı markadan 3 elbise giyiyor. Aşağıdaki fotoları görünce hemen hatırlayacaksınız. Elbiseler hoş ancak benim NY’da olduğum haftalarda hiçbir yerlerde yoktu. Sadece bir iki mağaza online satıyordu. Hala da öyle. Bergdorf Goodman ve Saks’ta online satış var. Ama her ülkeye satış olmayabiliyor. Kontrol etmeniz lazım. En güzeli Amerika’da arkadaşınız varsa onun evine yollayıp, tatilde Türkiye’ye getirmesini sağlamak ki ben aşağıda gördüğünüz mavi elbise için aynısını yaptım. Halston da bir Amerikan markası.



Bianca Jagger ve Anjelica Houston’un tarzlarından esinlenerek yaptıkları koleksiyonları büyük beğeni kazandı. Bu elbiseleri “timeless” yani “zamansız” olarak tarif ediliyor ki bence doğruluk payı var. Hafif ve feminen. Giydiğinizde, teninize dokunduğunda prenses hissi veren elbiseler. Giydiğinizde vücuda prenses hissi veren elbiseler çok önemli. Aslında dikkat edin, genellikle öyle elbiselerle kendinizi daha rahat, güzel ve kadın hissediyorsunuz. Stella Mc Cartney ve Diane von Fürstenberg’in elbiseleri de benzer hisleri yaratırlar. Ben kıyafet alırken kumaşına çok dikkat ederim. Tişört bile alırken böyle yumuşacık, dökümlü olması önemli. Tenimiz en iyi kumaşları haketmiyor mu sizce. Saçınıza en iyi şampuanı, cildinize en iyi kremi sürüyorsunuz. O zaman teninize değenin de en iyi hissi veren kumaş olması gerekmez mi?

Bu hissiyatı veren bir minik marka daha söyleyeceğim size. Young, Fabulous and Broke. Saks Fifth Avenue’da rastladım ama online satışta da bulabilirsiniz. Kumaşlara dokunduğunuz ya da giydiğiniz anda zaten alasınız geliyor. Bu kadar hafif, bu kadar yumuşak bir pamuklu kumaş çok nadir gördüm. Bu anlamda online satışta bu hissi kaçırabilirsiniz. www.yfbclothing.com. ve www.revolveclothing.com’a göz atabilirsiniz. Batik sevenler için de iyi bir marka. Bol bol batik temalı hırkaları, elbiseleri var. Ama ben yine kumaşı diyorum. Bir harika.



Amerika'ya gidecekler için de bir adet ucuz kaçış noktası önermek isterim. Ann Taylor Loft. Sanırım hayatımda en rahat ettiğim kotumu oradan ve 30 dolara almış olabilirim. 10 dolara harika atletler, üzerinde değişik detaylar olan yine atlet ve kolsuz bluzlar var yaz için. Herbirinin fiyatı 30 doları geçmiyor. Hele ben gittiğimde indirim vardı. Dünya kadar tişört aldım ve çok komik bir para ödeyip çıktım. Üstelik üzerindeki boncuk, fırfır gibi detayları ters çıkarıp yıkadığınızda asla bozulmuyor.

Bir çok sevdiğim markayı da anmadan geçemeyeceğim. Anthropologie. Buraları bilenlerin mutlaka bildiği bir markadır. Enteresan bir dükkan. İçinde yatak çarşafı da var, hırka da, abajur da var, trençkotta. Benim ne kadar trençkot meraklısı olduğunu arkadaşlarımdan bilmeyen kalmadı sanırım. Yine kısa bir trançkot kaptım oradan. Bakınız fotoya. Tam görülmemekle birlikte yakasında çok özel bir işleme var.


Hangi fotoyu koyacağımı şaşırdım dükkandan. Siz ilgilenirseniz lütfen siteyi inceleyin. Kendinizden geçeceksiniz detaylara. Eğer siz de benim gibi kıyafetin üzerindeki ince(!) detaylara meraklıysanız Anthropologie tam size göre. Dikkarinizi çekerim, ince detay dedim. Bağıran detay demedim. Öyle bir ince detaydır ki o, ancak giyince, ya da yakından incelediğinizde anlarsınız. Ya da uzaktan bakarsınız, “bu kıyafet ne kadar güzel duruyor, allah allah, bir numara da yok aslında” diye düşünürsünüz. Sonra anlarsınız ki o numara kesimindedir mesela ya da bir yerinde farketdilmeyecek kadar ufak bir hoşluk vardır. İşte öyle bir şey.

17 Temmuz 2010 Cumartesi





New York Yazıları - I




Geçen hafta New York’taydım. Dünyada en çok sevdiğim şehir. Yakın arkadaşım Ayça’da kalmaya gittim. Ayça’nın kocası Rauf da İstanbul’a benim kocamın yanına geldi. Bir nevi değiş tokuş yaptık diyebiliriz. Birbirlerini özleyen dostların buluşması. Ayça çalıştığı için hafta içi tek başımaydım. Neler yapmadım ki? Sizlere bol bol new york izlenimleri getirdim.

İşe ilk ojelerle başlamam lazım lakin sanırım bütün New York bir oje çılgınlığına kapılmış durumda. Hani bir de tırmakların üzerine yapılan çiçekler, böcekler var ki; ben hiç sevemedim o işleri; NY’da çok ama çok gözde. En bir moda olan renk açık mavi. Hani bildiğiniz gökyüzü rengi badana mavisi. Sephora’larda bulmak ne mümkün. Ne OPI’de ne de başka markalarda bulmak imkansız. Bir başka tükenen renk ise tuhaf pardesü rengi bir renk. Hani sütlü kahve gibi. OPI ojelerde renklerin rakamlı kodları yoktur, onun yerine her bir renge isim vermişlerdir. Bu sütlü kahve tonun adı: Queen of eveything. Bir de benim aldığım daha ten rengi bir oje vardı ki onun adı daha tuhaf: Nofat soy half caff. Neyse efendim bendeniz bu açık mavi rengi hiçbir şeyden geri kalmamak adına tabii ki denedim. Sonuç negatif. Sakın girişmeyin. Hele mat tonlarına. Bu arada özellikle bir mavi, mor, lacivert tonları durumu var New York’ta. Ya da en masumundan çingene pembesi ya da turuncu. Kırmızı kimsede görmedim. Bir itirafta bulunmak gerekirse kendime bir de metalik mavi-yeşil karışımı oje aldım. Yine OPI’den. Bunun da renk kodunu söylemem lazım size: Skinny jeans. Henüz kendime sürmek nasip olmadı. Kızım sürdü. Artık tatile nasip diyelim. Lakin ofiste mavi-yeşil bir ojeyle dolaşmak kariyere neler yapabilir bilinmez. Siz siz olun, ofiste nötr renklerden şaşmayın derim. Ojelere son noktayı yine Chanel koymuş. 2010 sonbahar makyaj koleksiyonu benim orada olduğum hafta çıktı. Tonun adı Paradoxal. Fotoğraftaki ton. Yalnız elinizi çabuk tutmanız lazım. Lakin kendisi limited edition. Yani sezon bitti mi bulmanız çok zor. Ve yine bir dörtlü göz farı var ki inanılmaz bir renk kombinasyonu. En azından bir denemenizi öneririm. Les 4 ombres’in Enigma renk tonu. Ben aldım valla. Onu da mutlaka ve mutlaka mürdüm tonlarında kalem ve rimelle kombinlemeyi deneyin. Bir yerde görürseniz mızmızlanmayıp hemen alın. Sonra üzülürsünüz.


Harika bir sonbahar rengi. Ben dayanamadım şimdiden sürdüm. Özellikle ayaklarda çok güzel duruyor. Bir de güneş ışığında. Chanel ojelerin özelliği içinde sarı yansımalar olduğu için hem diğer ojelerden parlak durur hem de güneşte çok hoş renk alır. Tavsiye ediyorum.

Proenza Schouler :

Proenza Schouler ‘ı Türkiye’de fazla kişi bilmiyor. Burada mağazaları yok ve belki çok sınırlı bir koleksiyonu varsa Harvey Nichols’da vardır ama ben görmedim. Amerikalı bir marka. Lazaro Hernandez ve Jack McCollough tarafından 2002’de kurulmuş. İkili Parson’s School of Design’da okurken tanışmışlar. Michael Kors ve Marc Jacobs’ın yanında staj yapmışlar. Allah herkese öyle stajlar nasip etse. Neyse efendim 2004’te yeni yeteneklere verilen Vogue Fashion Award’u kazanıyorlar ve bunula birlikte 200.000 dolar para ve en önemlisi Burberry’nin CEO’su Rose Marie Bravo’dan da mentorluk hak ediyorlar. Ondan sonrasını kısaca yürü ya kulum diye özetleyebiliriz. Amerika’da Bergdorf Goodman, Saks Fifth Avenue ve Barnies’de bunun yanı sıra Soho’da bir iki küçük butikte koleksiyonları bulmak mümkün.

Twilight’ın yıldızı Kristen Stewart’ın bir galada giydiği kıyafeti hatırlayanlarınız olabilir. Fotoğrafta gördüğünüz Ayça’nın deyimiyle “Maldiv balığı” görüntüsü Proenza’nın 2010 bahar koleksiyonunda sıkça kullanılmış. Eteklerde, elbiselerde, tişörtlerde ve trikolarda. Ancak kendilerine rastlamak pek mümkün olmadı. NY’a vardığımda yaptığım ilk iş google’a Proenza yazıp adresini aramak oldu. Soho civarlarında bir adres buldum. O sabah da ne tesadüftür ki Balthazar’a kahvaltıya gidiyordum. Harika ve keyifli bir kahvaltı sonrası misyonumu gerçekleştirmek üzere yola çıktım. Bu arada NY’a gidecekler varsa Balthazar’ı kahvaltı için öneririm. Gerçi ilk öneren de ben değilimdir muhtemelen. Her giden orayı önerir. Ancak kahvaltısı oradan çok daha iyi bir yer keşfettim bu sefer. Bistro Bagatelle. Meatpacking District’te. Fransız mutfağı. Bence oraya da gidin. Özellikle özenle seçilmiş Fransız aksanlı garsonlarını da görmek isterseniz. :)


Konuyu dağıtmadan Proenza’ya geri dönelim. Verilen adreste soluğu aldım ve fakat bu adres bir mağazaya ait değildi. Bir apartmandı. Ve gerçekten de zillerden birinin üzerinde Proenza yazıyordu. Hayırdır inşallah diyerek zile bastım. Eskiden Nişantaşı’ndaki DKNY’ın karşısındaki apartmanın içinde de bir katı vardı ya, belki öyle bir yerdir dedim. Asansörle yukarıya çıktım. Asansörün kapısı açıldığında kendimi Proenza Schouler’ın ofisinde buldum. Rüya gibi. Sekreter kız “yardımcı olabilir miyim” diye sorduğunda ben de saf saf google’ladığımı ve adresin burası çıktığını söyledim. Tahmin edebileceğiniz gibi adres yanlışmış. Orası kendilerinin ofisleri ve koleksiyonlarını tanıttıkları atölyeleriymiş. İçerisi inanılmaz güzeldi. Binlerde askı, üzerlerince binlerce Proenza tasarımı oradan bana bakıyordu ve ben onların yanına gidemiyordum. Hani "Şeytan Marka Giyer" filminde Meryl Streep bir sahnede ünlü bir tasarımcının atölyesine yeni koleksiyonu görmeye gider ya; işte öyle bir yer. Bu arada filmde Streep’in canlandırdığı karakterin gerçekte Anna Wintour olduğu söyleniyor. Yani Amerika Vogue’un meşhur Chief Editörü. Kendisine Nuclear Wintor da deniliyormuş. Bizim Proenza’nın ortaklarından Lazaro, 21 yaşındayken Anna Wintoru’la aynı uçağa binmiş. Yanında da annesi varmış. Annesine “Anne inanamıyorum, Anna Wintour’la aynı uçaktayız” demiş. Annesi de doğal olarak o taraklarda hiç bezi olmayan bir kadıncağız olarak “O da kim demiş” “Ne heyecanlanıyorsun. Sadece bir insan. Git konuş ne konuşacaksan” demiş. Ama bizimki konuşamamış tabii ki ama bir peçeteye kendisinin modaya olan aşkından ve kendisine olan hayranlığından bahseden bir şeyler yazmış ve hostesle yollamış. İki hafta sonra Michael Kors’tan bir telefon almış. “Anna Wintour burada çalışmaya uygun olabileceğinizi düşünüyor” diye. Böylelikle staja başlamış. Neyse ofislerine dönecek olursak kendimi yerlere atıp ağlayasım geldi içeriye alsınlar diye ama kızcağız bana koleksiyonun satıldığı mağazaların adreslerini vererek beni kibarca kapı dışarı etti. Çok güzel bir 10 dakikaydı. Kapı dışarı çıkınca koleksiyonun satıldığı her neresi varsa santim santim dolaştım ama meğersem bizim maldiv balığı tişört, bluz ve her ne kadar türevi varsa sezonun başında çıkar çıkmaz satılmış ve bitmiş. Velhasılı kelam Proenza’dan hiç bir şey alamadan geldim. Darısı bir sonraki tatile inşallah.

23 Nisan 2010 Cuma

Ofiste neler giyelim...

Ofis giyimi için gardrobunuzda bulunması gereken kıyafetler nelerdir? Çalışan hanımların zihinlerini en çok meşgul eden konulardan biridir. Bu noktada Coco Chanel'in benim de çok beğendiğim bir sözünü hatırlatmak isterim. "Yapmanız gereken en doğru şey eksiltmektir" Ne kadar az ve seçkin parça, o kadar albeni ve şıklık. (Bu ayki Marie Claire'de Coco'nun izinde adlı bir yazı var, mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum)Burada tabii ki çalıştığınız işyerinin nasıl bir giyim tarzına müsaade ettiği de çok önemli. Eğer casual "yarı resmi" giyim tarzını destekleyen bir ofiste çalışıyorsanız yaşadınız. Alternatifler çok. Ancak daha resmi giyinmeniz gereken bir ofiste çalışıyorsanız şimdiden söyleyeyim, bu yazı size göre değil maalesef. Bu noktada bir eksper olmadığım muhakkak.
Şimdi yarı resmi ofis giyiminin anahtar parçaları nelerdir?

1- Pantolonlar: Jean giyilebilen bir işyerinde çalışıyor olsanız bile her allahın günü de jean giymek olmaz. Giydiğiniz zaman bile kot pantolonunuzun düz bir renk ve kesime sahip olmasına dikkat edin. İşlemeli, boncuklu, taşlanmış, aşırı düşük belli ya da yırtık pırtık jeanlerinizi lütfen haftasonuna saklayın. Buna alternatif olarak jean kesimine ve kumaşına sahip ancak siyah renkte olan bir pantolon almanızı öneririm ki gerçekten de hayat kurtarıcı. Lakin bu tip pantolonları düz bir tişört ve hırkayla ya da gömlek ve ceketle kombinleyip hayatınızın sonuna kadar mutlu mesut yaşayabilirsiniz. Onun dışında yine aynı kesime sahip, kanvas camel rengi bir pantolon da bence olması gereken parçalardan bir diğeri. Pantolonlar tamam. Gelelim üstlere.

2- Üst giyim: Kafaları fazla karıştırmaya gerek yok. Beyaz gömlek dünyanın en kolay bulunan, alınan ve giyilebilen parçasıdır. Klasik kesimi tercih edin her zaman. Çok dar olmasın yoksa düğmeler arasından sütyeniniz görünür ki kötü bir görüntüdür bu. Bunu önlemek için minik bir ipucu. Düğmeler arasına şeffaf çıtçıt diktirirseniz konuyu halletmiş olursunuz. Ya da pratik çözüm için çift taraflı bant öneriyorum. Minik bir parça kesip araya yapıştırısanız durumu çözmüş olursunuz. Gömlekten hariç ne olabilir. Tabii ki düz ve iyi kesimli bir tişört. Ben Beymen Club'un paket içinde satılan 3'lü tişörtlerini ve Hülya Avşar'ın Mudolarda satılan beyaz tişörtlerini çok beğeniyorum. İyi kesimli jean, beyaz tişört ve ceket bence en şık üçleme. Kışın da siyah boğazlı ya da sıfır yaka siyah trikolara yatırım yapmak akıllıca olabilir. Siyah giyim denilince aklıma geldi. Dove'un müthiş bir deodorantı çıktı. Invisible Dry. Mucizevi. Özellikle sizler de benim gibi çok sık koyu renk giyiniyorsanız bu deodorant tam size göre. Hem harika koruyor hem de koyu renk giysilere asla bulaşmıyor. Acilen denemenizi tavsiye ediyorum.

Gelelim hırka ve ceket olayına. Bu noktada biraz para harcayabiliriz bence. Ceket denilince en şık parçalardan birisi blazer'dir. Bir diğeri de chanel kesim ceketlerdir. Bir çok markanın var ama benim favorim blazer'de Ralph Lauren. Ben armalı modellerini seviyorum. Armasızları da var tabii ki. Chanel kesimde ise tabii ki Chanel ama maalesef fiyatları açısından pek ulaşılabilir değil. Yine de benzer kesimleri bulmak mümkün. Zara'da, DKNY'da var. Hatta İpekyol'dan aldım ben geçen hafta. Muhteşem. Mutlaka İpekyol'u bu sezon ziyaret edin. Beğeneceksiniz. Ralph Lauren'ı yurtdışından getirtmek mantıklı lakin İstinye Park'taki Ralph Lauren çok sınırlı sayıda getiriyor. Hırkalara gelince, yazlık ince, kısa ya da tuvakar kollu hırkalar çok kullanışlı. Hele benim gibi çizgili meraklısıysanız çok şanslısınız lakin bu sene heryerde çizgili bir şeyler bulmak mümkün. Ama şu asimetrik kesimli hırkalardan size de fenalık gelmedi mi? evet bir ara çok seviyorduk ama şimdi heryerde ve herkeste. E ama yeter. Siz gelin beni dinleyin, paranızı her zaman için klasiklere yatırın. Kaşmire mesela.


3- Ayakkabılar: Şimdi jean ya da jean kesimli pantolonu daha da güzel gösteren her zaman için yüksek topuktur. Bu noktada seçimi size bırakıyorum. Yaz geliyor. Muhtelif ayakkabılar vitrinleri süslemeye başladı bile. Ama mutlaka siyah bir çift (deri ya da rugan) önü ve arkası kapalı ve bir adet de önü açık ayakkabıyı dolabımıza yerleştirmemizda fayda var. Neden? Çünkü hem risksiz hem de asil. Herşeyle uyum gösterir. Bir de ten rengini düşünebilirsiniz. Camel da denebilir. Hem sakın unutmayın. Ten rengi ayakkabı etekle giyildiğinde her zaman için bacak boyunu uzun gösterir. Ayakkabıda mutlaka deriyi tercih edin. Vinyl ayakkabılar ayağınızın hava almasını engeller ve terletir. Önü açık ayakkabı için bir ricam var hanımlar: Lütfen lütfen açık ayakkabıları manikürsüz giymeyelim ve milletin göz zevkini bozmayalım. Yazıktır.













4- Saçlar, makyaj ve daha neler neler: Ofise gelirken saçlarımızın yataktan çıktığımız haliyle olması kabul edilebilir bir durum değil biliyorsunuz. En güzel ofis saçı bence uzun saçlar için at kuyruğudur. Ama lütfen saçlarımızı yüzümüzü yıkarken taktığımız kumaş saç lastikleriyle bağlamayalım. Çok güzel tokalar var. Hatta ben kadife ya da saten kurdeleleri de çok şık buluyorum. Kıyafetinize uygun kurdeleler alabilirsiniz. Altında lastik bile olsa görünmez. Saçınızı açık bırakacaksınız bir zahmet fönlemeyi ya da fönletmeyi göze almanız gerekiyor. Unutmayın orası bir işyeri. Müşterilerle ya da dış firmalarla da görüşüyorsunuz ve sizin nasıl göründüğünüz aynı zamanda çalıştığını şirketle ilgili de ipucu verir. Boyası gelmiş saçlar için bir tavsiyem var. Dipten beyazlar göründü ama boyaya gidecek vakti yok: Hemen eczaneden Rashell adında bir saç rimeli alıyorsunuz ve saç diplerine hafifçe sürüyorsunuz. İnanılmaz işe yarıyor. Tırmaklarda en güzel oje ten rengi ya da hafif pembe tonlarıdır. French de alternatif ama artık french'ten sıkılmadık mı? Güzel bir kırmızıya da hayır diyemeyiz tabi. Favorilerim Chanel Inattendu ve Nars Dovima. Deneyin, vazgeçemeyeceksiniz.



5- Çanta: Size bu konuda verebileceğim en önemli tavsiye: Lütfen ama lütfen taklit çanta kullanmayın. Çantaya milyonlarca para dökün demiyorum size. Çok beğendiğiniz ama pahalı olan bir çanta mı var. Onun taklidini almak yerine emin olun ararsanız benzer bir modeli, taklit arması olmaksızın alabilirsiniz. Size önerebileceğim bir iki marka varsa Longchamps ve Furla'dır. Bunlar iyi yatırımlardır. Fiyatları çılgınca uçuk değil ve modeller gerçekten de zamansız. Ben kendi Longchamp'ımı yaklaşık 7 yıl önce almıştım. Hala kullanıyorum. Taş gibi. Bu arada Kate Moss'un Longchamp için tasarladığı çantalara da bir göz atmanızı öneririm. Ben yukarıda ayakkabıların yanında resmini göreceğiniz kahverengi modele bayıldım.

6- Makyaj: Bir iki cümle de makyajdan bahsetmek isterim. Sabahları evden ne kadar çabuk çıkarsak o kadar iyi değil mi? Ben hayatımı buna kafa yorarak geçirdim. Ve en sonunda buldum sanırım. Aslında ofis makyajı yapmak 5 dakika sürebiliyor. Nasıl mı? Önce bazı alışkanlıklarımızı değiştireceğiz. Ben öncelikle fondoten, göz altı kapatıcı ve pudra kullanmaktan vazgeçtim. Yerine renkli nemlendirici kullanmaya başladım. Sonuç harika. Bir seferde hem nemlendirmiş hem de hafif renk vermiş oluyorsunuz. Ben sisley kullanıyorum. Tamamen botanik bir ürün. Bir de Juvena. Göz makyajında ise eye-liner gibi vakit alan uygulamalardan vazgeçtim. Gözlerinizin sadece altına kalem çekmeyi ve üstüne de rimel sürmeyi deneyin. Ben göz kalemlerinde MAC'i seviyorum. İnanılmaz renk seçenekleri var. Lacivert ve mürdümü öneririm. Bir de allık sürdük mü Voila! Vaktiniz kalırsa hafif bir far da sürebilirsiniz ama bence hiç kasmaya gerek yok.

Hepinize iyi çalışmalar :)

9 Nisan 2010 Cuma

Bahar Korçan'la tanıştım!






Galatada bir öğleden sonra...

Geçen Cuma öğleden sonra arkadaşım Pınar'la güneşli bir İstanbul kaçamağı yapmaya karar verdik. "Ben Galata civarını çok iyi bilmiyorum, bir gitsek mi?" diye öneride bulundum. Modayı onca seven ve İstanbul'da yaşayan bir insan olarak henüz Galata civarını keşfetmemiş olmam Pınar'ı hayretlere düşürdü. "Sennn daha Galata'ya gitmedin mi? Oradaki butikleri görmedin miiii?" diyerek sesini tizletmesi sonucu Galata'ya doğru yola koyulduk. Bu arada uzun yıllar da Taksim'de konuşlanmış Turkcell binasında çalışmış olmam da cabası. Hava harika, güneşli, soğuk ama rüzgarsız. İlk durağımız Galata Şarküteri oldu. Bildiğiniz şarküteri aslında ama içerde yok yok. Her türlü güzel ekmekler, peynirler, şaraplar. Hatta minicik iki kişilik şarapları bile var ki su bardağında veriyorlar. Siz de sandviçinizi beklerken bardağı elinize alıp, kapının önünde güneşte ılık ılık oturup Galata kulesinin muhteşemliğini seyrediyorsunuz. Karnımızı doyurduktan sırasıyla sokakları gezmeye başladık. Çok enteresan bir yer. Bir bakıyorsunuz harap bir bina ve içinde yaşayan sokak köpekleri. Hemen yanında ultra güzel bir butik. Karşısında bir eskici (hatta vitrinde inanılmaz çini bir şömine vardı ama kapalıydı. ) Onun karşısında takı tasarımları yapan Aida Pekin'in dükkanı. Ötesinde Simay Bülbül'ün dükkanı. Simay Bülbül'ün dükkanında kasanın sağ tarafındaki duvara eski aynalar asılmış. Artık Simay Hanım'ın mı dükkanı tasarlayan mimarın mı fikri, bir harika duruyorlar. Bayıldım. Böyle küçük ayrıntılara vuruluyorum ben işte. Bu yaratıcılığa. Simay Bülbül'ün kıyafetleri boşuna konuşulmuyor. Dört gözle yeni koleksiyonu bekliyorum. Biz gittiğimiz gün henüz çok fazla yeni koleksiyon yoktu ama bu genç hanımın deriyi kullanış şekline şapka çıkarmak lazım. Yolumuza devam ediyoruz. Ortalıkta okuldan çıkmış çocuklar, hemen arka fonda bir kilise. Yaaa ne güzelmiş buraları diye dolanırken Bahar Korçan'ın dükkanının önüne geliyoruz.

Bahar Korçan'ın tükkanı...

İnanılmaz güzel, sıcacık bir dükkan. Dükkanın içi ayrı güzel, kıyafetler ayrı güzel, Bahar Korçan ayrı bir güzel. Önce dükkandan başlayalım: Sol duvar tamemen tuğla, kocaman şıkır şıkır bir kristal avize. Duvarda bir kitaplık. İçinde kitaplar, oyuncaklar, fincanlar. Hatta biz oradayken mimarı da oradaydı. Karşıda çok güzel iki koltuk. Ortasındaki sehpada likör, lokum. Koltuklardan birine bir sokak kedisi konuşlanmış. "Çıktı geldi bir yerlerden. Yeni sakinimiz" dedi Bahar Korçan. Ne kadar tatlı bir insan. Ne kadar komplekssiz, ne kadar gülzeryüzlü. Bu arada satış danışmanlarını da es geçmeyelim. Ne güzel önerilerde bulunuyorlar. Tam dozunda. Gerçekçi. Biz Pınar'la şekerci dükkanındaki çocuklar gibi bir oraya bir buraya koşup herşeyi giyip çıkarırken Bahar Korçan da kıyafetlerin hikayelerinden bize bahsediyordu. Mesela bazı tasarımların üzerinde kıvırcık siyah saçlı bir periler var ki çok sevimli. Meğerse Bahar Hanım'ın kızı çizmiş o komik perileri. Hatta ilk başta hiç sevmemiş, atalım bunları çöpe demiş. Ama annesi "sakkın haaa" diyerek elinden almış ve Bahar Korçan'ın elinin değmesinin sonucu ortaya çıkanları lütfen gidip kendiniz görün. Tişörtlerin kumaşından bahsetmiyorum bile. Yumuşacık, hafif.

İlk defa bir türk modacının tasarımını alıyorum...Beyaz trençkotum.....

Şimdi gelelim benim meşhur Bahar Korçan markalı trençkotuma. Lakin kendisi bizim şirkette bir fenomen oldu çıktı. Ben trençkot dedildiği zaman Burberry der başka da bir şey demezdim. Klasik trençkotlar için hala da öyle derim. Taş gibi. Ne sonbaharlar, ne kışlar, ne kurutemizlemeler görüyor da bana mısın demiyor. Benim Burberry'm diz altı. Zaman zaman daha spor ve tam kalça altında biten bir boya da ihtiyaç oluyor lakin. Bu sebeple dere tepe arayıp duruyordum. Araya taraya istediğim gibi bir şey bulamayınca "yine Burberry'ye gidip paraları bayıl Özlem" dedim kendime. Ve fakat Bahar Korçan'ın beyaz, fırfır yakalı trenchini görene kadar. Bu arada gidip de dükkana "beyaz bir trench varmış" diye sormayın. Çünkü bu aslında şık bir ceket olarak tasarlanmış. Kendisine trechkot muamelesi yapan benim. Hatta ben o gün ceketi gayet maskülen ayakkabılar, kot ve gömlekle giydiğimde Bahar Hanım " Aaaaa, ben hiç böyle düşünmemiştim, ne kadar güzel oldu" diye yorum yaptı. Tabii bana da hemencecik onu satınalmak düştü. Resimlere bakın, kararınızı verin.

Hadi gidin Galata'ya. Hem o muhteşem atmosferin keyfine varın, hem de Türk tasarımcılarımızla gurur duyun. Ben artık onları adım adım takip edeceğim. Türk modasının gelişmesi artık hepimizin elinde. Sadece modacıların yaratıcı olmasıyla doğru orantılı değil. E su yakmıyor bu, öyle değil mi ya? Türk modacılarının tasarımlarını alarak hem onların hem Türk modasının gelişmesine destek olursunuz, hem de biraz kalıplarınızı yıkarsınız.